AHMED CANİB EFENDİ (K.S.) HZ. HAYATI
AHMED CANİB EFENDİ (K.S.) HZ. HAYATI - Canibim.Com

Ahmet Canip Efendi Hicri 1319-1410 tarihinde Bursa’da dünyaya gelmiştir.

“Bayraktar” fetih ordularında bayrak taşıyanlara verilen ad.

 Baba tarafından dedeleri Anadolu’dan Rumeli’ye geçen fetih ordularında bayraktar görevi yaptığı için dedelerine “Bayraktaroğlu” denirmiş.
Bu nedenle soyadı kanunu çıkınca soyadlarını “Özbayraktar” olarak istemişler.
  
 Baba tarafı Osmanlı Sarayında havlucu başılık yapmış. Annesinin babası Hacı Mustafa Bey 135 yaşında vefat etmiş, İkinci Mahmut zamanında yaşamış aşiret beyi kıymetli bir insanmış. Anne tarafından dedeleri Selçuklu’da sancaktarlık yapmış.

  Babası Şükrü Efendi ve abisi tüfekçi Osman (120 yaşında vefat etmiş) Kadiri tarikatı müntesiplerindenmiş. Babası ve abisinin derviş olması Canip Efendi’nin aileden ehl-i tarik terbiye aldığını göstermektedir.

Çocukluğunda Kur’an kursunda hafızlık eğitimi görmüş, fakat hafızlığını tamamlayamamış. Canip Efendi bu durumu daha sonraları Şeyhine anlattığında, Şeyhi; “Evladım Allah (c. c. ) seni korumuş. Hafızlığını tamamlasaydın, bu eda, bu seda ile derviş olmaz, sen de mevlit ve devir peşinde koşardın” demiş.


  Gençliğinde Şeyh Ali Haydar Efendi’den Delâl-î Hayrat’ı okumuş. Ali Haydar Efendi’ye intisap etmek istemiş. Ali Haydar Efendi “Evladım ben yaşlandım. Yakında Hak vaki olacak. Seni teslim edeceğim birisi de şu anda Bursa’da yok. Teslim alacak şeyh gelene kadar, seni Emir Buhari’ye (k.s.) emanet edeyim” demiş. Canip Efendi’yi Evlad-ı Resul olan Emir Sultan hazretlerine götürerek, manen teslim etmiştir. Böylece Canip Efendi ilk manevi terbiyesini Emir Sultan’ın ruhaniyetinden almış ve üveysi olmuştur.


  Daha sonraki yıllarda Çorlu müftüsü ve Tarik-i Nakşîye’den Şeyh Ali Timur Efendi’nin (k.s.) manevi terbiyesine girer. Ali Timur Efendi Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi kolundan gelmektedir.

 
 Canip Efendi Şeyhi Ali Timur Efendiyi anlatırken bir hoş oluyordu. Kendisine Ali Timur Efendinin diğerlerinden farkını sorduğumda;
“Evladım, ömrümde yüzlerce veli-i kâmil ile mülâkat ettim, O’nun ayarında bir veliye rastlamadım. Huzuruna gittiğimde odasının misk ü amberler gibi koktuğunu hissederdim. Anlardım ki o veli-i kâmili melekler tavaf ediyor. Meleklerin rüzgârlarını hissederdim. Huzurunda bulunurken Mekke’nin ve Medine’nin dağını taşını gözümün önüne getirirdi. 

  Tıpkı bugünün televizyon ekranı gibi. Bu Fakir’i bir halden alır bir hale sokardı. Onun huzurundan ayrılıp Bursa’ya dönerken, ölümüme razı olurdum da ayrılmak istemezdim. Bursa’ya gelene kadar da ağlardım. Kendisine bu ayrılığın zor olduğunu söylediğimde bana şöyle derdi; “Evladım ayrılık yok. Avucumun içinde hepinizi görüyor ve takip ediyorum. Eğer bir şeyh müridini dünyanın neresinde olursa olsun görüp takip edemiyorsa, o posta hiç oturmasın.”


 Fakir de nazım üzere Ali Timur Efendi’ye mektuplar yazardım. Ziyaretine gittiğimde, Hanımı Fakire derdi ki; Evladım yazdığın mektupları Şeyh Efendi okuyup, çok ağlıyor. Göndermesen olmaz mı?”

Yıllar sonra Ali Timur Efendi (k.s.) doksan küsur yaşında iken Bursa’ya gelir ve Canip Efendi’ye Tarik-i Nakşîye’den icazetnamesini verir ve şunu söyler;
“Evladım hasta halimle ve bu yaşta beni buraya kadar getirdin. Ne yapalım, mecburuz. Manen git denildi mi, gitmek mecburiyetindeyiz, gitmemek olmaz. Her neyim varsa benden soydun aldın.”


 İkinci hilâfetini Tarik-i Nakşîye’nin Halidiye kolundan Bolu’lu Sürmeli Muhiddin Efendiden alır. Muhiddin Efendi’yi anlatırken şöyle der; “Bir gün Şeyh Efendi’yi müridi Bursa’ya arabasıyla getirir. Dergâha çıkarlar, sohbetler yapılır. O gün hava da çok sıcaktır. Buzdolabı henüz yaygın olmadığı için soğuk su yoktur. Hürriyet semtinde akan çok soğuk ve lezzetli bir sudan bahsedilir. 

  Muhiddin Efendi “Ah bu sıcakta, o sudan olsa da içsek, ne hoş olurdu” der. Muhiddin Efendi’yi arabasıyla getiren ihvan; “Efendim Bolu’ya dönüşte o çeşmeye uğrayıp içeriz” der. Canip Efendi sohbet devam ederken sessizce oradan ayrılır, o sıcakta yürüyerek üç dört kilometre uzaktaki bahsedilen çeşmeye gider, bir kaba suyu doldurup gelir ve Şeyh’ine ikram eder.
 
  Muhiddin Efendi suyu içtikten sonra çok memnun ve mesrur olup Canip Efendi ye dönerek “Evladım sen kazandın” der. Bu olayı anlattıktan sonra Canip Efendi şöyle derdi.”Derviş ibadette değil hizmette kazanır. Şeyhe hizmet lâzım, O’nun gölgesine dahi basmamak lâzım, ya efendim.”

Muhiddin Efendi’nin Hakka yürüyüşünü şöyle anlatırdı.
“Rahatsızlığını duydum, Bolu’ya Hayrettin Tokadi’deki dergâha gittim. Akşam namazını ben imam, O cemaat olarak kıldık. Daha sonra evvabin namazlarını kıldık, tespihleri çektik, dua yaparken ruhunu teslim etti. Allah (c.c.) böyle ölümü herkese nasip etsin.”


  Canip Efendi üçüncü hilâfeti İstanbul’dan Muhiddin-i Ensari’den (k.s.), Tarik-i Rufaiye’den almıştır.
Dördüncü hilâfetini Abdulkadir Geylâni’nin torunlarından olan Muhammet Murtaza Geylâni’den, Tarik-i Kadiriye’den almıştır. Muhammet Murtaza Geylâni (k.s.) ile tanışmasını şöyle anlatırdı.

  ”Bir gün dergâhın arka sırtlarında keçime ot biçerken, yoldan dergâha doğru gelen asaletli birisini gördüm. Karşılamak için indim ve dergâha buyur ettim. Üzerimdeki elbise ot biçmek için olduğundan utandım, değişip huzuruna geldim. Kendisini tanıttı. Dünya âleminde birbirimizi ne tanımış ne de görmüştük. Mana âleminde Hazreti Pir Abdulkadir Geylâni (k.s.), Suriye’nin Hama şehrinde yaşayan bu zatı, Muhammet Murtaza Geylani’yi Fakire gönderiyor. Muhammet Murtaza Geylani emanetini getirdim al dedi ve bana Kadiri icazetini verdi.”

Canip Efendi “kırk yılı aşkın Tarikat-ı Nakşîye’den ders verdim, fakat Tarik-i Kadiriye’den görev verildikten sonra bu yolda yürüdüm” derdi.

Daha sonra Tarik-i Melâmiye’den Yakup Efendi icazet vermek istemişse de, Efendi O’nun ve daha sonra Mevlevi şeyhi Postacı Ali Efendi’nin icazet verme teklifini kabul etmemiş.”Bu kadarı kâfi. Adam olmadıktan sonra kırk icazetin olsa ne yazar.” diyerek mütevazılık göstermiştir. Efendinin bütün icazetleri koruma altında bulunmaktadır.


 

İÇİNDEKİLER

-Önsöz

-Canip Efendi’nin Hayatı

-Canip Efendi’nin Kerametleri

-Dergâh-ı Şerif’in Yapılışı

-Canip Efendinin Sohbetleri

-Canip Efendi’nin Hakka Yürüyüşü

-Canip efendi’nin Fotoğrafları(Dergâh-ı Şerif’in Fotoğrafı)

-Evrad-ı Kadiri-ye

ÖNSÖZ

Canip efendi’ye hayat hikâyesini yazmak için ilâhiyatçılardan ve gazetecilerden defa atla teklif geliyor. Her defasında bu tekliflere olumsuz cevap veriyordu. Bir şeyhin hayatta iken böyle şeylerin yazılmasını iyi karşılamıyor ”Şöhrette felâket vardır” diyordu.”Ancak ben Hakka yürürken yazarsınız” diyerek sağlığında hayatının yazılmasını istemiyordu.

Canip efendi kamuoyuna çıkmayı ve kendisinden bahsedilmesinden pek haz etmezdi.”Derviş birenk olmalı.Sende öyle ol ki halini kimse bilmesin.Hatta eşin dahi bilmesin” derdi.

O zamanlarda teknik bugün ki kadar gelişmediğinden sohbetleri sesli ve görüntülü olarak alma imkânımız ve mali imkânımız da yoktu.Yaptığımız sohbetlerden aldığımız notlar veya kafamızda yaptığımız kayıtlardan faydalanarak bunları yazdık.Hata veya kusur varsa Canip efendinin o engin hoşgörüsüne sığınırım.

Zaman zaman ihvandan Canip efendinin hayatını yazmak için teklifler gelse de; gönlüm bunu çok arzu etse de nasip bugüneymiş.

Canip efendi Hakka yürüyeli on dokuz sene oldu.Her sene seneyi devriyesi yapıldığı halde bu sene ki seneyi devriyede fakirin gönlüne efendinin hayat hikâyesini anlatma isteği düştü.Bu düşüncemi Salih efendi’den aldığım destur üzerine ihvana bir konuşma yaptım.Sonra da Salih efendi’nin teşviki ve himmetiyle bu kitabı yazmaya karar verdim.Pirimizin ve büyüklerimizin himmeti ali’leri üzerimizde olsun.İnşallah…

Bu imkânı fakire veren Salih efendiye Allah’tan(c.c) uzun ve sağlıklı ömürler diler manevi makamının da yüce olmasını niyaz ederim.

24 Şubat 2009 günü Hakka yürüyen Salih efendi’nin hanımı hacı Hikmet hanım’ın ruhuna.Emin efendinin Hakka yürüyen hanımı hacı Ayhan hanım’ın da ruhuna bu manevi sevabın gitmesini niyaz eder, Cenabı Mevla’dan hacı annelerin Fatımatül Zehra (r.a) validemize komşu olmasını dilerim.

Canip efendi kişilik olarak özü sözü bir, dürüst, insana güven veren bir şahsiyetti.Dini konulara sağlam bakan, Kur’an ve sünnete riayet eden bir Allah dostudur.Bağnazlığı sevmez, kazıklı sofulardan da hoşlanmazdı.”Kolaylaştırın, zorlaştırmayın” buyruğuna uygun davranıyordu.”Sevdirin, nefret ettirmeyin” inancı içinde insanlara davranıyordu.İnsanlarla olan iletişiminde hiçbir zaman o kişinin zenginliği veya makamı ayrıcalık sebebi olmamıştır.En zor zamanlarda bile inancından ve yaşantısından hiçbir taviz vermemiştir.İslamı ve tarikatı her zeminde ve şartlarda ateşlice savunmasını yapmıştır.Canip efendi kadiri dergâhının gülü, 900 yıllık kadiri geleneğinin son yüzük taşıydı.O tam bir “Alp eren” di.Allah(c.c)için yaşar,Allah(c.c)için sever,Allah(c.c) için hizmet ederdi.Mevlana’nın dediği gibi “Kan denizlerinde gezmişler fakat etekleri kirlenmemiş” bir Allah dostuydu.

Ehli beyit’e yapılan haksızlıklara bazılarının yaptığı gibi suya sabuna dokunmadan, ortadan konuşarak, ne dediği anlaşılmaz bir izahla değil, direk konuyu sağlam delillerle izah edip kimlerin ne dediklerine kulak asmadan, Allah(c.c) ve Resulü’nün (s.a.v) ne dediğine dikkat eden bir Allah dostuydu.

“Türk milleti necib bir millettir” diyerek bu milletin dini İslam’ı nasıl iyi anladığını ve sünnet-i seniyeyi yaşadığını takdir ederdi.Evliyalar ve tarikatlar noktasında bu necib Türk milletinin İslam ülkeleri içinde lider olduğunu söylerdi.

Araplar Peygamber evlatlarını dünyalık için keserken.Bu necib Türk milletinin Ehli beyt efendilerimizi nasıl savunduklarını ve koruduklarını Türkistan’dan, Selçukluya oradan da Osmanlıya kadar Ehli beyt efendilerimize yapılan saygıyı ve hürmeti takdir ederdi.

Dün de bugün de gerek evliya sayısında gerekse kutbul aktap noktasında Türk milletinin birinci sırada olduğunu gururla söylerdi.Bu olayı “Bayrak bizde” diyerek anlatırdı.”Osmanlı’da evliya olan iki padişah vardır” derdi.”Fatihin babası İkinci Murat(Bayrami) diğeri de Sultan Abdul Hamit(Tarikat-ı şazeliye’den)”

Canip efendiyi farklı yapanlardan biri de bürokratik şeyh olmayışıdır.Onunla görüşmek isteyen herkes izinsiz, randevusuz çala kapı gelir, görüşür, derdini anlatabilirdi.Canip efendinin kapısı her zaman herkese açık bir halk adamı. Allah dostuydu.

Kendisi hastaneden çıktığı gün ihvanının hastalandığını duyunca kendi hastalığını unutup hemen o kişinin ziyaretine gidecek kadar ince düşünürdü.

Bir başka farkı ise; kendisi çok rahatsız olduğu bir günde dergâha ziyaretine gelenleri reddetmeyerek kabul etmiş çektiği acıları hissettirmeden misafiri ile oturup meşgul olmuştur.Diyordu ki “Peygamber efendimiz(s.a.v) Lâ’yı sadece tevhitte kullanmıştır.”

İhvana karşı tam bir demokrattı.İhvan ile herhangi bir konu hakkında meşferet yapardı.Meseleyi enine boyuna ihvan ile müzakere ederdi.Bireye verdiği değeri böylece gösterirdi.Sünneti seniye’yi açık tutmuş oluyordu.(Meşveret ile ilgili ayet:Adem peygamber diyor ki:”Eğer ben meleklerle meşveret yapsaydım Allah’ın yasak ettiği meyveyi yemeyecektim.Cennetten de böylece kovulmayacaktım” diye anlatıyor)

Canip efendi şana şöhrete ve mala önem vermezdi. Kur’an ve sünnet yolundan taviz vermeyen , eli ve gönlü açık günümüzün Ashabı suffesiydi.Bu büyük zatı anlamakta anlatmakta çok zor.Bu aczi yetimi ifade etmek isterim. Bu gün o zatın yokluğunu her gün den daha çok hissediyorum.Bu çalışmamda teknik yazılımda fakire sabırla yardım eden kızım Ahsen’e ve oğlum Ahmet Canip’e Allah’tan(c.c) feyizler dilerim.Bu aciz mücrüme de gönülden dualarınızı beklerim.Allah’a(c.c) emanet olun…

(Recep .27. 1430) 19 Temmuz 2009 / BURSA

Nevzat Düzen


 

DERGÂHIN YAPILIŞI

Dişçi Avni’nin sattığı evden çıkarıldıktan sonra Canip efendi bu günkü oturduğu dergâhın yapılışını şöyle anlatıyor.’’Arnavut Kadir vardı dervişandan.Bu işleri iyi bilen ustaydı.Onunla beraber bu küçük odayı yapmaya başladık.Ben çamur karıyorum ayağımla çiğneyerek, kerpiç döküyorum, ustada duvarları örüyordu.Böylece küçük odayı bitirdik.Bu inşaat çalışmasında ben ve usta hiç abdestsiz olmadık.’’^Yıllar sonra Peygamber (s.a.v) efendimiz bu odada manen misafir oluyor.Bu odada Canip efendi divanını yazıyor ve bu oda aylarca miski amberler gibi kokuyor.Yine bu küçük odada aşk kokan ve yanık gönüllerin dili olacak Allah’ın (c.c) sevgili dostu Türkiye’nin nadide yetiştirdiği Ehli beyit aşıkı sır gibi gelip yine sırları ile Hakk’a yürüyen Kutbul arifin bu odaya sırlanarak kırk gün Erbain süresi kadar burada misafir olacaktır.

Daha sonralarda bugün ki zikir yaptığımız dergâh-ı şerif aynı hassasiyet içinde yapılmıştır.Dergâh görünüşte küçük gibi olsa da yetmiş seksen kişi ile burada çok zikirler, devranlar yapılmıştır.Sade, mütevazi görünüşü ile bu oda sanki kemalli bir veli gibi içeriye girenleri gerek zahiri gerek batını ile irşat ediyordu.Öyle mistik bir havası vardı dergâh-ı şerifin.Bu duvarlar nelere şahit oldular ki.Yüzlerce evliya burada aşk ateşini tutuşturdular.

Kirlenen gönüller bu odada tedavi olup, manen temizlenip paklaşır.Dergâh-ı şerifin şahit olduğu sırlar anlatmakla bitmeyecek kadardır.Dertliler bu odada şifayap olup, garipler bu oda da şefkat bulup, gönüller bu odada müstefit oldular.Bilgiler bu odada dağıtılıp en lezzetli yemekler bu odada yenilirdi.Göz yaşları bu odada akar, en deruni ilâhiler bu odada söylenir ve anlam kazanırdı.Manevi lezzetine doyamadığımız namazlar bu odada kılınır, kur’an lar bu odada okunurdu.Sevinçlerde üzüntülerde bu odada karşılık bulurdu.Bu kapı herkese açıktı.Bu pazarda almasını bilene her zaman aşk satılır.Dertler ise kimse üzülmesin diye gönüllerden alınırdı.Canip dede devamlı demiyor muydu ihvana ‘’Yükünüzü, derdinizi, gamınızı atın sırtıma.Zaten sinem oldu papildak, ha bir dert ha bin dert ne fark eder ki’’ gönüller tabibi böyle diyordu aşıklar tepesinde.

Bahçe kapısı basit bir tahtadan yapılmış, üstüne bir çıngırak asılmış, ipi çekince kapı açılıyor ve çıngırak sana ilk hoş geldin diyenlerden oluyordu adeta.Bahçenin sağı, solu meyve ağaçları; incir, ceviz, armut…Ortasında merdivenler ile bahçe bölünmüş, en yukarı merdivenin başında yarıya kadar eğilmiş kemalli bir incir ağacı.Karşıda Uludağ’dan aşk ile akıp gelen, kendisi gibi saf ve buz gibi suyu olan çeşme.Sol tarafında adeta çilesinin dolmasını bekleyen kümesteki beyaz tavuklar.Melekleri görünce öten beyaz gül ibikli horozun hiç susmayan Hak çekişi.

Bahçenin önü ve arkası bin bir renkli çiçeklerle süslenmiş mis kokan yeşillikler sanki dervişlere ’hoş geldiniz’ diyordu.Çardakta biraz soluklanıp, mola verince bu defa da bülbüllerin o güzel mest edici nameleri ile insanı kendinden geçiriyordu.Şehrin bunaltıcı gürültüsünden kurtulan insanın gözü kulağı ve gönlü bu manzara karşısında yaratanın güzelliklerini sergileyerek, ilk manevi terbiyeyi burada başlatıyordu.Gördüklerin seni adeta yaratanla irtibatlandırıyor.Bu muhteşem ilahi tablo karşısında Allahu ekber diyerek ilk dersini burada yapıyorsun.

Çardak sanki narkozdan çıkan birinin manen kendine gelme yeri.Dünya hırsıyla ihmal ettiğin asli görevini burada hatırlıyorsun.Sonra kafanı ve gönlünü manevi tedavi için sağ ayakla dergâh-ı şerife giriyorsun.Enaniyetten çıkıp mütevazi bir eğilişle boyun bükerek selam veriyor.Sol ayağının üstüne sağ ayağını mühür yapıyorsun.Elini hasta olan kalbinin üstüne koyuyorsun.Sukutu ve hali ile insanın içini bir hoş eden yılların küllenmiş aşk ateşini tutuşturan vücudunun her yerine yayan Allah(c.c) dostu ile karşılaşıp, kulağından hiç gitmeyecek davudi bir ses ile’’hoş geldin’’ diyen efendi sanki seni zaman tünelinden geçirip asli vatanını hatırlatan bir yüz ile rahatlıyorsun. O Allah dostunun huzurunda bütün dünya sıkıntılarından sıyrılıp kuşlar gibi hafifleyerek seni Allah(c.c) ve Resulü(s.a.v) ile irtibatlandırıyor.Manevi bir huzura kavuşmanın sevincini yaşıyorsun.Seni dünya aleminden çıkarıp başka alemlere götürdüğünü anlıyorsun.

BÖLÜM:2

CANİP EFENDİNİN KERAMETLERİ

1956‘da ilk hacca gidişi gemi ile olmuştur.Bu yolculukta gemide bulunan yolcuların tamamı hacca giden hüccaştan oluşmaktadır.Canip efendi bu hacc yolculuğunu şöyle anlatmaktadır:’’Bu hacca gitmek için bir kova göz yaşı döktüysem azdır.

Peygamber’in(a.s) hasreti burnumun direğini sızlatırdı.Fakat param olmadığı için hacca gidemiyordum nihayet Allah(c.c) o imkânı bahşetti de gemiyle yola çıktık.Yolculuk esnasında bizim gemi ile bir başka gemi yarışmaya başladı.Bizim gemi geçtiğinde hüccac alkış tutarak sevinç gösterisi yapıyordu.Fakir bu yapılan hareketin ve alkışın Allah’ın(c.c) gazabı ilahiyesini üzerimize çekeceğini ve bunun kâfir adeti olduğunu söyleyerek uyardım(Enfâl.35.Onların beyt(i şerif)huzurundaki duaları ıslık çalmaktan, el çırpmaktan başka bir şey değildir.(Ey kafirler )devam ede geldiğiniz o küfrünüzden dolayı tadın artık azabı!)Başımıza bir felâketin geleceğini istifarda bulunmalarını söyledim fakat kimse bu uyarılara aldırış etmedi.

Bir müddet sonra bizim gemi kıç taraftan bir kayaya çarptı ve gemi su almaya başladı.Kurtarma için başka gemilerde yanaşmaya cesaret edemedi.Kaptan yanıma gelerek sizin uyarılarınızı dikkate almadık haklı çıktınız, ne olur Allah(c.c) için dua edinde bu felâketten kurtulâlım yoksa batıyoruz, diyerek ricada bulundu.Bütün yolcuların toplanmasını ve tövbe istifar etmelerini söyledim.Fakir de bir kenara çekilip iki rekât namaz kıldıktan sonra Peygamber’i Zişan’a(a.s) arz-ı niyaz ederek bu felâketin defi için yalvardım.Elhamdulillah denizdeki dalgalanmayla gemi o kayalıktan kurtulup limana alındı.Böylece haccımızı yapmak nasip oldu.Ya efendim…’’

İkinci hac yolculuğu 1970’li yıllarda otobüs ile oldu.Bu yolculuğu da Canip efendi şöyle anlatır:’’Ulu Cami’de oturup İkindi Namazını bekliyordum.Gönlüm hacca gitmek istiyor maddi imkânım olmadığı için gidemiyordum.

Gönlümün bu hüzünlü hali ile camide namazı beklerken tanıdığım bir şahıs elimi öperek:Bende seni arıyordum, otobüsümle bu sene hacca adam götürüyorum.Oraları bilen yol boyunca bize vaaz ve nasihat edecek sizin gibi değerli birisine ihtiyacım var.Efendi baba ne olur bütün masrafların benden, bizimle hacca gelir misin, diyerek bu fakirin gönlündeki hasrete tercüman oldu.Fakir teklifi kabul ettim.

Böylece hacca ikinci kes gitmek nasip oldu.Yol boyunca hüccac’a vaaz-ı nasihatlarımız oldu.Zikirlerle, sohbetlerle giderken ıssız, dağ başında gecenin bir yarısında otobüs mühüm bir arıza yaptı.Şoför çekici olmadan gitmenin imkânsız olduğunu söyledi.Bulunduğumuz yer çok tehlikeli eşkiyanın olduğu bir yermiş, can ve mal güvenliğimiz tehlikedeydi.Otobüsün sahibi hacı efendi fakire gelerek durumun vahametini anlattı.

Fakirde şoföre dünya kelâmını konuşmadan arabayı sürmesini söyledim.Allah’ın(c.c) izniyle otobüs hareket etti, sabaha karşı şehre yaklaştık.Otobüs orada kaldı.Çekiciyle tamir haneye götürüldü.’’Bu yolculukta bulunan Kemal Paşalı hacı efendinin anlattıkları ise şöyledir: ‘’Canip efendinin misafirleri geleni gideni çok oluyordu.Bir tüpü vardı Ya Geylâni diyerek yakardı.Gelene gidene çay, yemek ikram ederdi.Bu tüp hiç bitmeden Bursaya geldi.Efendi babaya bizim gelenimiz gidenimiz olmadığı halde kaç tüp değiştirdik, oysa senin tüpün hiç bitmedi dediğimde:Al, o tüp senin olsun diyerek bana hediye etti.’’

PEYGAMBER(s.a.v) 11 GÜN DERGAHTA MİSAFİR ETMESİ

Dergâhın girişindeki küçük odada Allah Resulünü manen on bir gün misafir etmesini şöyle anlatırdı.’’Allah Resulü(s.a.v) bu odaya gelip şurada oturdu fakir ayakta el pençe duruyorum.Onunla gelen bir başka şahıs Peygamber’e(s.a.v) ortalığın çıplaklığından şikâyette bulundu.Bu konuşmadan sonra fakir cesaret alarak Peygamber’in(s.a.v) elinin içini öperek Medine’ye yerleşmek için izin istedim.

Allah Resulü(s.a.v):Senin yerin burası diyerek, gömüldüğü yeri göstermiştir. On bir gün boyunca Peygamberle (s.a.v) geçen süreden sonra Canip efendi derki:’’Vücudum yanıyordu ne uyku geliyor nede canım bir şey yemek istiyordu.Odanın bir o tarafına bir bu tarafına giderek elimde mashar vurarak o divanı yazdı bu fakir.’’Peygamber’i(s.a.v) manen misafir ettiği oda aylarca miski amberler gibi koktuğunu bütün ihvan söylerdi.Yıllar sonra canip efendi Peygamber’in(s.a.v) işaret ettiği yere sırlanmıştır.

Canip efendi ile yaptığım bir sohbette bu fakire şunu söylemiştir.’’Tahsisi nimet için söylüyorum, istediğim zaman Peygamberimizle(s.a.v) görüştüğünü fakat rahatsız etmekten çok çekindiğini söylemiştir.’’ Hatta bir keresinde ilâhiyattan bir profesör dergâha gelmişti.Efendi ile yaptığı bir sohbette efendinin söylediği hadise itiraz etti, uydurma dedi.Efendi sert bir şekilde profesöre’’Biz bizzat peygamber(s.a.v) e sorarak femi saadetinizden şu söz sudur etmiş midir deyip teyit almadan hiçbir hadisi anlatmayız’’dedi.O konuşmadan aylar sonra ilâhiyatçı prof. Dergâha gelip efendinin elini öperek özür dilemiş ve hadisin senedine ulaştığını anlatmıştı.

BU GÜN SANA ÇOK KIYMETLİ MİSAFİR GELECEK

Canip efendi anlatıyor’’Ladikli Ahmet ağa Hızır(a.s) tarafından 1.Dünya Savaşında yaralıyken tayyi mekânla kurtarılıp tedavi edilmiş ve Hızır(a.s)nin manevi terbiyesine geçerek ricalullah gurubuna dahil olmuştur.’’Bir gün Ladikli Ahmet ağa’yı ziyarete gittim.

Dünya aleminde birbirimizi tanımayız.İkindi namazında camide buluşup evine gittik.Bir keçisi vardı, süt sağdı fakire ikram etti.Ve fakire’ kusura bakmayın bu günler de Cezayir meselesiyle çok meşgulüm,(Cezayirli Müslümanlar, Fransız işgaline karşı kurtuluş mücadelesi veriyorlar.

Ladikli Ahmet ağa’da manevi yardıma tayyi mekân yaparak oraya gidermiş) bundan dolayı keçime ot veremiyorum, hayvancık zayıf düşmüş sütü de pek yok’ diyerek özür beyan etti.Manevi bir emirle bu gün kendisine çok kıymetli bir misafir geleceği bildirilmiş.Sohbet ettik gördüğüm kadarıyla ilmi yok, ümmi birisi fakat;Allah(c.c)ye öyle bir hamt ediyor ki dehşet…Bütün damarlardaki kanın zerrelerine kadar hamt ediyordu.Teslimiyetine hayret ettim.’’

VASİYETİMİ KUDDUSİ DİVANININ İÇİNE KOYDUM

‘’Mana aleminde Saidi Nursi(k.s)yi gördüm bana ‘’yakında Hakka yürüyeceksin vasiyetini ve hazırlığını yap’’ dedi.Uykudan uyandım vasiyetimi yazdım Kuddusi divanın arasına koyup sabah erkenden çarşıya indim Altıparmak caddesinde yürürken kibar meşayih den Abbas efendi ye rastladım efendiye mana aleminde gördüğüm rüyayı anlattım.Abbas efendi ‘’Müjdeler olsun Allah sana çok ömürler lütfeylemiş, bu rüya çok yaşayacağına delâlettir’’ dedi.Rüyayı gördüğümden beri altmış sene geçti halâ yaşıyorum.Kemalli bir velinin rüya tabiri ne kadar isabetli.Ya… efendim…Rüyayı tabir etmek çok önemlidir, her insana tabir yaptırılmaz.Rüya tabirinde en ehil Tarik-i Uşakiler dir.Bu selahiyet onlara verilmiştir.

FITIĞA BURHAN YAPARAK TEDAVİ OLMASI

Canip efendinin kasığında bir yırtılma olduğunu zamanla bu yırtığın büyüdüğünü ve kendisine çok acı verdiğini anlatıyordu.Kasık bağı takıp öyle dışarı çıkıyordu.Bir gün çarşıdan dönüşte yolda fıtığının çıktığını, bir türlü içeriye sokamadığını, yolun kenarına sırt üstü yatarak fıtığın yerine girmesini beklediğini anlatırdı.’’Öyle acı veriyor ki limon gibi insanı sarartıyor’’derdi.

Böyle bir zamanda dergâha bir Rufai dervişi efendiyi ziyarete gelir.Bu salâhı hal sahibi dervişle yaptığı sohbette’’Erenler tarikat-ı Rufai piri Ahmet-er Rufai(k.s)nin burhanı vardır.Bu fakirin fıtığına bir burhan yapar mısın?’’Bunun üzerine derviş Canip efendinin fıtığına burhan yapar.Elhamdülillah bir daha fıtık çıkması olmadı.Uzun yıllar sonra bahçede büyük bir taşı kaldırırken tekrar fıtık çıktı fakat bir daha bir şey yapmamış.Hakk’a yürüyene kadar.

NOT:Makamı naz da olanlar kendi ihtiyaçlarını birisini vesile ederek isterler.Rufai dervişi de bunlardan biri.

FELCİ İNCİR İLE TEDAVİSİ

Canip efendi bir ikindi sonrası dergâhın çardağında uyurken sağ tarafına nüzul indiğini uyandığında bu durumu hacı anneye seslenerek kendisine abdest aldırmasını söylemiş.Aradan geçen süre içerisinde yapılan müdahale fayda vermeyince Peygamber (s.a.v) in ‘’İncir yiyene nuzûl inmez’’hadisi aklına gelmiş ve hacı anneden incir getirmesini istemiş.Her birini besmele ile yiyerek bir müddet sonra elhamdülillâh Allahın şafi ismi hürmetine şifa bularak iyileştiğini anlatırdı.

ADAMIN DİLİNİ AĞIZINA SOKAMADIM

Canip efendi anlatıyor’’Emekli oldum devletin verdiği toplu parayla Çekirge meydanında birkaç tane bahçeli müstakil ev alabilecekken, şehrin dışında dergâha uygun olabilecek bir yeri bu kadar paraya aldım.

Satın aldığım evin sahibi hem ahiret kardeşim hem de tarikat-ı nakşiye den arkadaşım olan Avni bey dir.Bu yakınlıktan dolayı evin tapusunu almadım.Eve yaptığım tamiratlardan sonra hem dergâh hem de ev olaraktan kullanmaya başladım.

Yıllar sonra Avni bey tapuyu vermeyerek evden beni çıkarttı, paramı da vermedi.Ben de eşiği öpüp evden çıktım.’’Bu olaydan sonra dişçi Avni’nin yazanesine yaşlı bir zat gelir, dişçi koltuğuna oturarak.Dişçi Avni’ye der ki’’Ben buraya diş yaptırmaya değil Peygamber(s.a.v)in dervişlik defterinden silindiğini sana tebliğ etmeye geldim’’ der ve gider.Yıllar sonra dişçi Avni ölüm döşeğinde günlerce bağırarak bir türlü canını veremez.Canip efendi son anında yanına gider, ondan sonra dişçi Avni ruhunu teslim eder.Canip efendi dişçi Avni’nin öldükten sonra dışarı çıkan bir karış dilini içeri bir türlü sokamadığını söylerdi.

DERGÂHIN BAHÇESİNDE ARKADAN SALDIRI

Canip efendi tehetcüd namazına kalkmış abdest almak için bahçedeki çeşmeye giderken arkasından kâfir bir cinin saldırısına uğrar.Allah’ın(c.c) inayeti ve Hz. Pir’in himmetiyle o kâfir cini orada tepeler .

YILAN ÖNÜME GELDİ KAFASINI UZATTI

Canip efendi anlatıyor ’’bir gün dergâhın bahçesinde otururken çalılıklar içinden çıkan bir yılan yanıma yaklaşarak karşıma dikilip durdu.Kafasına bir böcek çengelini geçirmiş adeta beni bundan kurtar der gibi bekliyordu.Fakir cımbızla böceğin çengelini çıkarıp yılanı bu ızdıraptan kurtardım.Zavallı hayvan yavaşça çekip gitti.’’

Efendiye soruyorum:Korkmadınız mı? diye.

Şöyle cevap veriyor:’’Hayvanların hisleri kuvvetlidir.Kendilerine kötülük yapılacağını hisseder ve ona göre davranırlar.Asıl korkulacak nefsi terbiyeye girmemiş insandır’’ deyip şu kıssayı anlatıyor.’’Sakallı cübbeli bir adam varmış bir kuş ‘bu adamdan bana zarar gelmez’ diyip adamın omzuna konmuş.Adam bu kuşu tutup kanadını kırmış.Kuş Süleyman(a.s) peygambere bu adamı şikâyet etmiş.Adam yakalanıp mahkemeye çıkarılıp onunda kolunun kırılmasına karar verilmiş.Bu kısasa kuş itiraz etmiş sebebi ise ‘ben adamın sakalına cübbesine aldandım başkasının da aldanmaması için sakalını kesin cübbesini çıkartın bu ceza kâfidir’ der.’’

Efendi bu kıssayı anlattıktan sonra Yunustan şunu söylüyor ‘’Dervişlik değildir taç ile hırka

Bizde alırdık otuza kırka’’

AMELİAT OLACAKTIM GEREK KALMADI

Efendinin dervişlerinden birisi anlatıyor’’Mide kanaması sebebiyle hastanede bir hafta yattım.Filimler çekildi, tahliller yapıldı, bir ay sonrası için ameliyata karar verildi .Ertesi gün dergâha çıktım.Efendi babaya hastanede yattığımı, bir ay sonrada ameliyat olacağımı anlattım.Efendi baba hiç ses çıkarmadı, yeni demlenen çaydan bir bardak safi dem döküp ve bir yudum kendisi içip bana ’al bunu iç’ dedi.Oysa doktor bana çay, kızartma ve acılı şeyleri yasak ettiğini efendiye söyledim.Efendi ısrar ederek sertçe ‘al iç evladım’ dedi.Bende mecburen korkarak içtim.

Bir ay sonra ameliyat için hastaneye gittiğimde doktora midemde iyileşme gördüğümü ve tekrar film çekilmesini istedim.Doktor önce gerek olmadığını söyledi sonra benim ısrarım üzere mide filmim çekildi.Önceki filmle karşılaştırdığında doktor şaşırdı.’Sen ne yaptın?Miden tamamen iyileşmiş, ameliyata gerek yok’ diyerek hayretlerini bildirdi.Hamdolsun altmış yıl oldu halâ midemde bir rahatsızlığım olmadı, efendi babanın himmetiyle.’’


MAHKEMEDE HAKARET EDEN HAKİM BİR HAFTA İÇİNDE ÖLDÜ

Orman alanından yer çıkarıp ucuza kapatan çıkar çevreleri Canip efendinin dergâhına göz koyup almak istemişler, başaramayınca rüşvetle bazı resmi makamları kullanarak menfur emellerine ulaşmak için Canip efendiyi mahkemeye vermişlerdir.Mahkemede konuşma yapan Canip efendiye duruşma hakimi hakaret vari’’sakal bırakırsınız, cübbe giyip sarık takarsınız ama ormanın yerinede göz koyarsınız’’ gibi hezeyanlar etmiştir.

Oysa Canip efendinin yeriyle ormanın hiçbir alâkası yoktur.Efendi buna çok üzülür, teeccüt namazında Hz.Pir’e(k.s) bu hakimi havale eder(Yunus.62-63).Ertesi gün hakim felç olur, birkaç gün sonrada ölür.Bütün Adliye bu olayın manevi bir tokat olduğunu bilir.

Not:Resmi ölçümle dergâhın yerinin orman ile bir alâkası olmadığı tescil edilmiştir.

TURGUT ÖZALIN CUMHUR BAŞKANI OLACAĞINI YILLAR ÖNCE HABER VERMESİ

Canip efendi bir gün mana aleminde gördüğü rüyasını dergâhta ihvana şöyle anlatmıştı’’Başvekil Özal ile el ele tutuşmuş Ulu Camiden içeriye girdik, mihrabın önüne gelerek namaz kıldık mihrabın ortasından güneş üstümüze doğdu, fakir dua ettim Özal da amin dedi’’ bu rüyanın manâsını sorduğumuzda Canip efendi bize Özal şimdi başvekil, ondan daha yüksek makam cumhurreisliği Allah’u Alem Özal cumhurreisi olacak inşallah öyle dua ettik.Bu rüyadan üç yıl sonra Özal cumhurreisi oldu. (Cin Suresi.26-27)(Ali İmran.179)

BURADA BİR VELİYİ KÂMİLİN KOKUSUNU ALDIM

Efendi hazretleriyle Cuma namazını kılmak için Hüdavendigâr Camisine gittik.İç odalardan birinde namazımızı kıldıktan sonra cemaat dağılırken Canip efendi fakire’’Biraz oturalım evladım bir veliyi kâmilin kokusunu alıyorum, bekleyelim bakalım ne zuhur edecek’’ dedi ve bekledik.

Bütün cemaat dağıldı, kimse kalmadı.Yarım saate yakın oturduktan sonra kalktık üst kattaki müezzin mahfelin den inen beyaz sakallı yaşlı bir zatla karşılaştık.Efendiye sarılıp elini öptü.Bu zatın Nakşi meşayihinden Amasya’dan gelen Hacı Seyfettin efendi olduğunu gördüm ve hep beraber dergâha çıktık.

NOT:Efendi diyor ki;”Her velinin bir kokusu vardır.Cami’de veliler birbirlerini tanımasa da bilirler, manen birbirleriyle oyun oynar, güreş yaparlarmış.

DİKİLEN FİDANLARIN MEYVESİNİN KENDİSİNE YEMEK NASİP OLMIYACAĞINI SÖYLEMESİ

Dergâhın arka bahçesine 186 adet çeşitli meyve fidanlarını Canip efendi ile beraber dikiyoruz.Canip efendi her fidana okuduğu dua ile su döküyordu.Bu esnada ziraat mühendisi olan bir zat efendiyi ziyarete geldi.

Dikilen fidanları görünce, bu fidanların hiçbirinin tutmayacağını, çünkü bu yüksekliğe fidanların uygun olmadığını ve çukurların da yeterince derin olmadığını, köklerin üstünü toprağın tam kapatmadığını, zeminin kayalık olduğunu söyledi.Canip efendi’’Ümidim odur ki inşallah hepsi tutar fakat meyvelerini ben yiyemem de siz yersiniz’’ dedi.Gerçekten de 186 fidanın hepsi tuttu meyvesini yemek bizlere nasip oldu.Canip efendiye nasip olmadı.

BİR YIL ÖNCE ÖLECEĞİNİ HABER VERMESİ

Canip efendi, bayram namazını kılmak için 1.Murat Hüdavendigar Camisine giderken yanında bulunan ihvana’’Bu benim son Ramazan Bayramı namazımdır’’ demiştir.Gerçektende ertesi Ramazanın ilk gecesinde Hakk’a yürümüştür.